HELICO BLOG

Çevirmenlik Hikayeleri

Gelmesini Bekleme, Sen Tecrübeye Git!

O zamanlar bu mesleği yapmaya yeni başlamış olmamla mı, yoksa renkli bir dönemden geçiyor olmamla mı alakalı bilmiyorum ama 2009-2013 yılları arasında iş sırasında yaşadıklarım beni şimdilere göre daha çok şaşırtıyordu. Evet, 2009 yılında henüz Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Mütercim-Tercümanlık bölümünde öğrencilik hayatıma devam ederken bir yandan da piyasada dönenlere karşı sonsuz bir merakım vardı. Bir an önce her şeyi görmek, öğrenmek, bir sürü iş yapmak istiyordum. Sözlüsünü de yazılısını da çok seviyordum haberlerde görüp de ben simultane tercüman olacağım diye okulunda okumaya başladığım bu işin. 2009 yılında başladım demiştim ya; benim bu heyecanımı gören ve duyan birileri; önümdeki 3 ay boyunca kapanıp gece gündüz çevireceğimi, o zamanlar aynı bölümde son sınıfta olan ev arkadaşımı, onun sınıfından 3-5 kişiyi ve kendi sınıfımdan da en cabbar birkaç kişiyi içine katacağımdan habersiz olduğum, başta boyumdan büyük bir yazılı çeviri işinin tamamını bana vermeye karar vermişti. Bu iş bana daha kaliteli çeviri yapmanın inceliklerinin yanı sıra bir çeviri ekibi nasıl oluşturulurdan tutun planlama ve zamanlamaya kadar bir projenin başarıyla sonlandırılmasına dair çok şey öğretmiştir. Ancak size bu yazımda anlatacağım hikaye bu değil.

2011 yılı başlarında Erzurum’da Üniversitelerarası Kış Oyunları’nın düzenleneceğinin haberini okumuştum. Hemen kafamda ışıklar çaktı. 2005 yılında aynı uluslararası oyunların İzmir’de düzenleneceğini televizyonda seyrederkenki heyecanım da çıkagelmişti. Bu kış oyunlarının tercüman olarak bir parçası olmanın yollarını aramaya başladım; çünkü onca yabancı atletin katılacağını bildiğimden birilerinin orada bana ihtiyaç duyacağına çok emindim. Orada gönüllü olarak tercümanlık yapmak üzere başvuru yazısı gönderdim. Cevap gelmedi, bir daha yazdım, yine cevap gelmedi. Sonra farklı telefon numaraları bulup aramaya başladım. Bir aylık çalışmalarım sonucunda gönüllü tercümanlığımın kabul edildiğine dair bir e-posta alabilmiştim. 20 gün boyunca Erzurum’da kalacak ve bol bol sözlü tercüme yapacaktım. İzmir’den Erzurum’a doğru yola çıktım. Antalya’da doğmuş biri olarak Erzurum havalimanına indiğimizde hissettiğim soğuğu tarif etmemin hiçbir yolu yok. Anca aynı kaderi paylaşan biri bunu anlar. Sonraki günlerde -30’ları da görecektim.

İner inmez beni görevli biri karşıladı. Tercümanlık okumamdan dolayı bana özel ilgi gösteriyorlardı; bu ilginin sebebini çok geçmeden anladım. Görevli bana şöyle dedi: “Hemen eşyalarından kurtul, sözlü çeviri yapman gerekiyor. Zorlu bir durum var.” Kalp atışı ve ayak seslerinizin yükseldiği anlar vardır ya; işte bu duyduklarım da o zaman bende böyle etki yaratmıştı. Tanımadığım birine eşyalarımı ve en kıymetlim olan kişisel bilgisayarımı verdim, gitti. Meğer Çin’den gelen takımın ciddi bir sorunu varmış ve onlardan İstanbul’a geri dönmeleri isteniyormuş. Çünkü 6 tane biatlon tüfeğini gümrükten onay almadan ülkeye getirmeyi başarmışlar ve şimdi bilgisayarlarınızı her x ışınlı kontrol noktasında yeniden çalıştırmanız istenen bu ülkede demek ki o zamanlar o kadar da sıkı önlemler yokmuş. Çin takımının farklı ülkelerden gelen ve İngilizce konuşmayan her takımda olduğu gibi bir tercümanı vardı. Kendilerine kendimi tanıttım ve görevli beni onlarla baş başa bırakıp gitmişti. Halbuki Erzurum’a ineli daha en fazla yarım saat olmuştu. Sonraki 2 saat boyunca havalimanında işçisinden amirine herkes beni tanımıştı; çünkü herkesle iletişime geçip bu sorunu Çinli misafirlerimizi İstanbul’a geri göndermeden nasıl çözeceğimizi çözmeye çalışıyordum. Birkaç saat sonra İstanbul’dan bir yazı alıp bu yarı boyumdan daha uzun, toplu katliam yapmak isteseniz çok da zorlanmayacağınız silahların ülkeye alındığını onaylatmayı başarmıştım.

Sonraki gün bana Yeni Zelanda takımının baş ateşeliği görevi verildi. Yeni Zelandalıların konuştuğu İngilizceyi anlamak zormuş, tercüman birine ihtiyaçları varmış. Takımın üyelerini tek tek havalimanında karşılıyor, akreditasyonlarını yaptırıyor, özel şoförlerimizi arıyor onları işlerini halletmelerine yardımcı olmak için gitmeleri gereken yerlere götürüyordum. Hatta yarışmalar başlamadan önce daha önce İngilizceye çevirisini yaptığım Erzurum gezi rehberine akşamları çalışıp, içinde ne varsa ezberleyip bir gün Yeni Zelanda’dan gelen takımımıza gezi rehberliği de yapmıştım. Benim çevirdiğim gezi rehberiyle Erzurum kış oyunlarında karşılaşmam da büyük tesadüftü.

Yeni Zelandalı takımın yarışmalar başlamadan önce çözülmesi gereken büyük bir sorunu daha vardı. Formaları bir türlü Erzurum’a ulaşmıyordu ve nerede olduğunu da bilmiyorlardı. Bir süre organizasyon kapsamında ilgili mercilere ulaşıp kargolarının nerede olduğunu, oradan Erzurum’a nasıl getirebileceğimizi çözmekle uğraştım. Sonunda yapılacak şey belli olmuştu ve takım koçuyla birlikte bir notere giderek bazı dilekçeler yazıp bunları resmileştirmemiz gerekiyordu. Bir noter buldum, dilekçelerini iki dilde hazırladım, notere verdim ama noter bunları kabul etmedi. Çünkü onların tanıdıkları bir tercüman değildim. Noterin ofisinde birkaç saat beklememizi istediler ve sonunda kayıtlı tercümanları geldi. Tercümanın sözlü olarak koçun yazdığı dilekçeyi notere Türkçeye çevirmesi ve koça da onay kâğıdı imzalatması gerekiyordu. Noterleri ne kadar sevdiğimi bilen bilir. Bu sevgimi perçinleyen anılardan biridir bu da. Tercüman zorlanıyordu, ona yardımcı olmamı istedi. Elimden geleni yaptım. Böylece noterlerde işlerin nasıl yürüdüğünü de görmeye başlamıştım.

İleriki günlerde farklı ülkelerin koçlarıyla yapılacak olan bir basın toplantısında -hem de kameralar önünde- kendi takımımızın koçunun konuşmasını çevireceğimi öğrendim. Heyecan düzeyim gitgide azalıyordu ya da onu nasıl kontrol edebileceğimi öğrenmeye başlamış olabilirdim. O gün geldi çattı. Her sabah yaptığım gibi takımla buluştum, koçun başka bir yere gittiği ve basın toplantısının başka binada gerçekleştirileceği haberini aldım. Koçtan mesaj geldi; “Neredesin? Toplantı başlıyor.” diyordu. Bize atanan araçlardan birini çağırsam geç kalacağımı biliyordum. Tabana kuvvet 10 dakikalık yolu koşmaya başladım. Nefes nefeseydim ama yetişmeliydim. Tam o sırada neler olduğunu anlamamın ve kendime gelmemin dakikalar alacağı bir şey yaşadım. Buzda kayıp düştüm. Etrafıma en yakındaki sağlık ekibi toplanmıştı. Gözlüğümü istedim, çünkü görünen o ki, o da benim gibi yere düşmüştü. Bir an önce kalkıp gitmem gerekiyordu. Seke seke salona girerken bir mesaj daha geldi. “Ben konuşmayacağım, gelmene gerek yok.” O günden kalan hafif bir menisküs yırtığım vardır, ona “tercüme menisküsü” derim.

Benim için Erzurum’da unutulmazlardan biri de buz pateni binasının VIP locasına gelecek çok önemli kişilere çeviri yapmam gerektiği zamandır. Ara buldukça artistik patenaja karşı sevgimden dolayı sporcuları izlemek için kendimi sık sık buz pateni binasında buluyordum. Dolayısıyla beni tanıyorlardı. Görevlendirme biriminden telefon geldi ve Uluslararası Üniversite Sporları Federasyonu (FISU) Yönetim Kurulu Başkanı George E. Killian’ın birazdan o binaya geleceği ve tercümana ihtiyaç olduğu söylendi. “Yapar mısın?” dediler. Tabii ki yapardım, tabii ki! Her neyse, George E. Killian çok güzel bir insandı. Onun için çeviri yapmış olmak gurur verici. Huzur içinde yatsın.

O 20 günün sonunda İzmir’e dönerken farklı bir gezegenden dönüyor gibiydim. İleride yapmaya hiç ara vermeyeceğim bu harika işte bana çok şey katmış olan fazlaca tecrübe edinmiştim. Ayrıca gönüllü olarak katıldığım bu organizasyonda yaptıklarımın küçük de olsa karşılığını vermişlerdi. Döndüğümde bir de Yeni Zelandalı arkadaşlarım sağ olsunlar; artık “yes” yerine “yis” diyordum ve bu bir süre böyle devam etti.

Yazan: Burcu Demirörs

Yayınlama Tarihi: 06.02.2020

Hedef Okuyucu Kitlesi: Tüm Çevirmenler, Çevirmenliğe Yeni Başlayanlar, Öykü Severler

Not: Bu hikaye, "Çevirmen Öyküleri: Bir Özbetimleme Çalışması" adlı kitapta yayınlanmıştır.

  • 0
  • Paylaş:

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER YAZILARIMIZ

HEMEN ARA TEKLİF AL